12 Nisan 2017 Çarşamba

O'nun Ardından

Akşam olmuş, ay ve yıldızlar yerlerini belli etmişti. Ateşin başında toplanan insanların arasında, keskin dağ soğuğuna aldırış etmeden kendimi bilmez bir şekilde oturuyordum. Sanki ateşin sıcaklığı daha da yakıyordu yüreğimi, keskin dağ soğuğuna rağmen.
‘40 gün, 40 gün  sonra ruhu yer yüzü alemini terk edip Göklere ulaşacak’ dedi Kam.
‘40 gün burada bizimleydi yani’ diye düşündüm. Bilmediğim topraklarda, bildiğim tek kişiyi kaybetmenin acısını biraz olsun hafifletebilir miydi bu söyledikleri? 
Başımı kaldırıp yıldızlara baktım, belki de o yıldızlardan biri evi olacaktı artık. Evi benim yanım değil, benden milyonlarca kilometre uzaktaki o yıldız olacaktı. Keskin dağ soğuğunda gönlüm biraz daha yandı. Artık olmayışının gerçekliğini bir kez daha iliklerime kadar hissettim. 
O’nun dinine inanmıyordum, evet kesinlikle inanmıyordum. Fakat Kam’ın söylediklerine sımsıkı sarılmak istiyordum, 40 gün boyunca bu bilmediğim topraklarda bildiğim tek insanın gidişinin ardından.
Onun için yaktıkları ateşin kızıllığına daldı gözlerim. Tepkisizdim. Olan biten her şey başka bir boyutta oluyor gibiydi. Her şeye yabancılaşmış gibiydim ki zaten bir yabancıydım bilmediğin bu topraklarda. Dakikalar saatler gibi geliyordu. Saatler ise günler olmuştu sanki. Hep böyle mi olacaktı?
‘Yüreğinin hafiflemesini istiyorsan önce ağlamayı bilmelisin’, dedi birden Kam.
Görmüş-geçirmiş yüzüne baktım, her çizgisinde kim bilir kaç insanın acısı vardı? Bir an bilgelikle bakan gözleriyle buluştu gözlerim. Yüreğinin sıcaklığı gözlerimde yaş oldu. Gözyaşlarım aktıkça yüreğim ferahladı. Ben ağladıkça sanki yüzündeki çizgilere bir yenisi daha eklendi. Küçük bilge gözlerinde kaybolmuş bir kıza gösterdiği şefkati gördüm. Korktum.
Gözlerimi tekrar ateşe çevirdim. Göz yaşlarım yanaklarımı ısıtıyor, ardından soğuk rüzgarlar alıp gidiyordı sıcaklığı. Kaç zaman olmuştu sen gideli? Bugün günlerden neydi? Saat kaçtı?
......

Bulanık gözlerle baktığım ateş daha farklıydı, sıcaklığı yüreğimin sıcaklığını daha fazla harlamıyordu.
.....
Ateşin kızıllığında sureti belirdi, en sıcak gülümsemesiyle. Kim bilir bir daha seni ne zaman görecektim. Belki rüyalarımda belki öldüğümde belki de yanan bir ateşin parlaklığında. Hatıralarımda var olursun hep değil mi? Gözlerin gözlerimden silinmezdi belki de hiç. Göz yaşlarımı hissedebildin mi olduğun yerde? Yine 'ağlama artık sulu göz' diyerek çıkıp gelebilir misinki?
......

Tepkisizliğim geçiyor, sessizce ağlıyor ve olup biteni düşünmeyi çalışıyordum. Bu bilinmeyen yerde, bildiğim birinin sesi çınladı kulaklarımda ; Koca nenem.
Ah koca nenem! Kına kokulu koca nenem! 
Yarım asırdan fazla beraber olduğu eşini kaybeden koca nenem, eşinin öldüğü ilk gece bir çınar gibi dik ama bir söğüt gibi mahzun bir duruşla şöyle demişti;
'İnsanın sevdiği biri öldüğünde  içinde 40 mum yanar, her gün bir mum sönermiş. Ama biri hiç sönmez, ölene dek yanarmış.'
Beyaz tülbentli, saçları kınalı, gözleri dolu dolu bana bakan bu kadının-koca çınarın- ne demek istediğini o zaman anlayamamış, hissedememiştim. Bu acı her türlü geçer diye düşünmüştüm.
Fakat bugün, o 40 mumun birincisini göz yaşlarımla söndürürken ne demek istediğini anladım. Ah benim kına kokulu koca nenem! Sen hangi yıldızı ev yaptın kendine?
.... 
Ah sevgili, ah bilinmezlikler içindeki umudum, yarınım...
Göklerle buluştuğun gün, benim yanı başımdan ayrılmış olmayacaksın biliyorum. Yüreğimin sessiz bir köşesinde ah'ım olacaksın, benimle olacaksın...
.....
Bu yeryüzü alemini terk ettiğimde belki de aynı yıldız evimiz olur, kim bilir?